IDIOMS / DEYİMLER
| IDIOMS | DEYİMLER |
| to be pleased with | bir şeyden memnun olmak |
| I am very pleased with my new washing machine. | Yeni çamaşır makinemden çok memnunum. |
| See you then. | Görüşürüz. |
| Remember me to Kitty | Kitty'ye selamımı söyle. |
| Give my love to Tony. | Tony'ye sevgimi ilet. |
| to be on a diet | perhizde olmak |
| I have to lose a few kilos, so I'm on a diet | Birkaç kilo vermem lazım, onun için perhizdeyim |
| Soon Paul and Jenny will get a divorce. | Yakında Paul ve Jenny boşanacaklar. |
| to give up | vazgeçmek, bırakmak |
| You must give up smoking, it's harmful for your health. | Sigara içmeyi bırakmalısın, sağlığın için zararlı. |
| Would you like some more tea, some more cake? | Biraz daha çay, biraz daha pasta ister misiniz? |
| a iump of sugar | bir parça kesme şeker |
| to entertain guests | misafir ağırlamak |
| set the table | masa kurmak |
| Pass me the salt, the bread, please. | Bana tuzu, ekmeği, uzatır mısın lütfen? |
| I’m glad you liked it. | Beğendiğinize memnun oldum. |
| May I give you some more? | Size biraz daha verebilir miyim? |
| a big eater | boğazına düşkün, çok yiyen |
| a small portion | ufak bir porsiyon |
| home-made | evde yapılmış |
| black coffee | sütsüz (siyah-sade) kahve |
| next to | yanına, bitişik |
| to be full | doymak |
| noodle soup | şehriye çorbası |
| a loat of bread | bir (somun) ekmek |
| packet of butter | bir paket tereyağı |
| a bag of flour | bir torba un |
| canned vegetables | konserve sebzeler |
| tomato juice | domates suyu |
| fruit juice | meyve suyu |
| minced meat | kıyma |
| a leg of lamb | bir kuzu butu |
| chopped meat | parça et (kebaplık et, kuşbaşı) |
| lamb cutlets | kuzu pirzolası |
| in season | mensimi, zamanı |
| strawberries are not in season yet | henüz çileğin mevsimi değil |
| to change one's mind | fikrini değiştirmek |
| string beans | ayşe kadın fasulye |
| green peppers | yeşil biber |
| I changed my mind, I'll not buy leeks today. | Fikrimi değiştirdim, bugün pırasa almayacağım. |
| to enjoy a book | bir kitabı beğenmek |
| I enjoyed this book very much, would you like to read it? | Ben bu kitabı çok beğendim, okumak ister misin? |
| to do one's best | elinden geleni yapmak |
| I’ll do my best to find you a copy of this book. | Sana bu kitabın bir nüshasını bulmak için elimden geleni yapacağım. |
| What a pity! | ne yazık! |
| What a pity, we missed that film. | Ne yazık biz o filmi kaçırdık. |
| This will be all. | Hepsi bu kadar. |
| at the latest | en geç |
| last copy | son nüsha |
| bestseller | en çok satılan kitap |
| to order a book | Bir kitap ısmarlamak |
| to go fast | İleri gitmek (saat) |
| My watch goes fast. It’s ten minutes fast. | Saatim ileri gidiyor. On dakika ileri. |
| to go sow | Geri kalmak |
| Swiss made | İsviçre malı |
| I want to have my picture taken. | Resmimi çektirmek istiyorum. |
| Coloured film | Renkli film |
| Black and white film | Siyah beyaz film |
| Passport size | Vesikalık boy |
| An enlarged copy | Bir agrandisman |
| To take a picture | Fotoğraf çekmek |
| to plan to | bir şey yapmayı tasarlamak |
| We're planning to go to Canada this summer. | Bu yaz Kanada'ya gitmeyi tasarlıyoruz. |
| to ask for | bir şey istemek |
| The old gentleman asked for a ticket. | Yaşlı bay 10.30 Air France uçağı için. |
| on the 10.30 Air France plane. | bir bilet istedi. |
| to be asked to | bir yere çağrılmak |
| All passangers flying to Rome are asked to go to the Alitalia desk. | Roma'ya uçacak bütün yolcular Alitalia masasına çağrılıyor. |
| any time you like | ne zaman isterseniz |
| Call on us any time you like. | istediğiniz zaman bize gelin. |
| to think about | bir şey hakkında düşünmek |
| Did you think about the details of your trip? | Seyahatinizin ayrıntıları hakkında düşündünüz mü? |
| to check in | giriş kontrolü yaptırmak |
| One has to check in before going on board the plane. | Uçağa binmeden önce giriş kontrolü yaptırmak lazımdır. |
| to take off | uçuşa başlamak, kalkmak |
| The plane took off on time. | Uçak zamanında kalktı. |
| to leave for | bir yere gitmek üzere yola çıkmak. |
| My parents left for Paris yesterday evening. | Annem ve babam dün akşam Paris'e gittiler. |
| to get a reduction | indirim yaptırmak |
| You get a reduction of 20% if you buy a monthly return ticket. | bir aylık gidiş dönüş bileti alırsanız, %20 indirim alırsınız. |
| on time | zamanında |
| dufy-free | gümrüğe tabi olmayan |
| until further notice | ileride bir uyarmaya kadar |
| We hope to see you again. | Sizi tekrar görmeyi ümit ediyoruz. |
| All passengers proceed to gate no. 4. | Bütün yolcular 4 no.lu kapıya ilerlesinler. |
| at the customs | gümrükte |
| passport control | pasaport kontrolü |
| lost baggage claim | kayıp, bagaj |
| to make reservation | yer ayırtmak |
| one way ticket | gidiş bileti |
| return ticket | gidiş-dönüş bileti |
| direct flight | direkt uçuş |
| on board | uçakta (veya gemide) |
| excess baggage | fazla bagaj |
| What planes are there to … | ya hangi uçaklar var? |
| What flights are there to … | ya hangi uçuşlar var? |
| to stay a night | bir gece kalmak |
| to keep one's eyes on... | gözünü ayırmamak |
| Don't look at me, keep your eyes on your work. | Bana bakma, gözlerini işinden ayırma. |
| to be in trouble | başı derde girmek |
| If you don't listen to me, you'll be in trouble. | Beni dinlemezsen başın derde girecek. |
| How many kilomtres has the car made? | Otomobil kaç kilometre yaptı? |
| How lono will it lake? | Ne kadar sürer? |
| to go on a trip | seyahate çıkmak |
| to take care of | bakmak, ihtimam göstermek |
| to do some shopping | alışveriş yapmak |
| road map | yol haritası |
| sign post | işaret levhası |
| filling station | benzinci |
| driving licence | ehliyet |
| city tour | şehir turu |
| insurance papers | sigorta kağıtları |
| repair shop | tamirhane |
| to charge the battery | aküyü doldurmak, şarj etmek |
| to make a stop at | ....'da bir duruş yapmak |
| The train makes only one stop at Graz. | Tren sadece Graz'da bir duruş yapar. |
| to arrive in | ..'a da varmak |
| The train arrives in Lugano at 4 o'clock | Tren saat 4'te Lugano'ya varır. |
| to leave ...x... at | x'ten saat de kalkmak |
| The train leaves Milan at 5.00 p.m. | Tren öğleden sonra 5'te Milano'dan kalkar. |
| to be due in at | bir yere saat de varmak |
| The train will be due in at 11.25 | Tren 11.25'te gelecek. |
| return ticket | gidiş-dönüş bileti bilet |
| first-class ticket | birinci mevki bilet |
| second class ticket | ikinci mevki bilet |
| ticket office | bilet gişesi |
| ticket collector | kontrolör |
| ticket clerk | Biletçi |
| local train | banliyö treni |
| dining car | yemekli vagon |
| restaurant car | yemekli vagon |
| couchette | yataklı vagon, kuşet |
| first class carriages | birinci mevki vagonlar |
| smoker's compartment | sigara içilebilen kompartman |
| time table | tarife (trenin), program |
| to get on the train | trene binmek |
| to get off the train | trenden inmek |
| 9.00 a.m. | sabah saat 9'da |
| 3.00 p.m. | öğleden sonra 3'te |
| to put on weight | şişmanlamak |
| If you eat too much, you'll put on weight. | Eğer çok yersen şişmanlarsın. |
| with pleasure | memnuniyetle |
| I'll help you with pleasure. | Size memnuniyetle yardım edeceğim. |
| on holiday | tatilde |
| Most people tike to trevel when they are on holiday. | Çoğu kişiler tatildeyken seyahat etmeyi severler. |
| sports facilities | spor olanakları |
| welcome abcard | gemiye hoş geldiniz |
| ticket collector | bilet kontrolörü |
| to play cards | iskambil (kağıt) oynamak |
| to be entertained | Eğlendirilmek |
| to take a taxi | taksiye binmek |
| We took a taxi to go to the airport. | Hava alanına gitmeh için taksiye bindik. |
| to catch a plane | uçağa yetişmek |
| I must catch the 6.00 p.m. Air France plane. | Öğleden sonraki 6.00 Air France uçağına yetişmeliyim. |
| to be sure | emin olmak |
| I'm sure we can't be at the airport in ten minutes. | Eminim, on dakikada hava alanında olamayız. |
| as fast as | mümkün olduğu kadar hızlı, çabuk |
| Come as fast as you can. | Mümkün oldğu kadar çabuk gelin. |
| Which line shall we take? | Hangi hattan gideceğiz? |
| You have been most helpful. | Çok yardımcı oldunuz. |
| to wait for | birini beklemek |
| I'll wait for you in the lounge. | Seni salonda bekleyeceğim. |
| to take a seat | Oturmak |
| Take a seat while you are waiting, please. | Beklerken lütfen oturun. |
| to check out... | (otel vb. ...den) ayrılmak |
| We shall check out from the hotel on Thursday. | Otelden perşembe günü ayrılacağız. |
| to leave for... | (...e gitmek üzere) hareket etmek |
| We shall leave for Madrid on the 17 th of May. | Mayıs'ın 17'sinde Madrid'e gitmek üzere hareket edeceğiz. |
| to be on business | iş için bulunmak |
| I'm here on business. | Burada iş münasebetiyle bulunuyorum. |
| to stay at... | ...da kalmak |
| We are staying at the Star Hotel. | Star Otelinde kalıyoruz. |
| to book a room | oda ayırtmak, tutmak |
| We would like to book a room for three nights. | Üç gece için bir oda ayırtmak istiyorum. |
| to stay a week | bir hafta kalmak |
| I'm planning to stay a week. | Bir hafta kalmayı tasarlıyorum. |
| Show me to my room. | Bana odamı gösterin. |
| Did any one ask for me? | Beni birisi aradı mı? |
| Someone wants to see you. | Biri sizi görmek istiyor. |
| to expect a friend, a phone call | bir arkadaş, telefon beklemek |
| Forward my mail to this address. | Mektuplarımı bu adrese yollayın. |
| a room for three nights | üç gece için bir oda |
| Change the bed sheets. | Yatak çarşaflarını değiştirin. |
| on the third floor | üçüncü katta |
| Have you any vacant rooms? | Hiç boş odanız var mı? |
| Have you a room with twin beds? | Çift yataklı odanız var mı? |
| Have you a double room? | Çift yataklı odanız var mı? |
| Have you a single room? | Tek kişilik odanız var mı? |
| Have you a room' with a private bath? | Özel banyolu odanız var mı? |
| Have you a room with a shower? | Duşlu odanız var mı? |
| to book a room from Monday to...... | pazartesiden ...ya oda ayırtmak |
| per day | günde... |
| $ 8 per day, service included. | servis dahil günde 8 dolar |
| Is breakfast included in the price? | Kahvaltı fiyata dahil mi? |
| Have my luggage sent up. | Bavullarımı yukarı gönderin. |
| reservation desk | kayıt masası |
| room service | oda servisi |
| outside tine | dış hat |
| dry clean | kuru temizleme |
| well-done steak | iyi pişmiş biftek |
| medium steak | orta pişmiş biftek |
| first course | birinci yemek |
| such as | Gibi |
| to decide on | bir şeye karar vermek |
| to make a choice of | bir seçim yapmak |
| to listen to | Dinlemek |
| I like listening to folk music. | Folk müziği dinlemeyi severim. |
| surrounding areas | çevre, etrafındaki bölge |
| city plan | şehir planı |
| good start | iyi başlangıç |
| to set one's hair | saçına şekil vermek, mizanpli yapmak |
| I set my hair twice a week. | Haftada iki kere saçıma mizanpli yaparım. |
| to take care of... | ...ye bakmak, meşgul olmak |
| My mother takes care of my daughter when we go on a trip. | Biz seyahate gidince annem kızıma bakar. |
| to suit | Yakışmak |
| Do you think this hair style suits me? | Bu saç şekli bana yakıştı mı dersiniz? |
| to win awards | ödül kazanmak |
| the film is over | film bitti |
| exciting film | heyecanlı film |
| the murder scene | cinayet sahnesi |
| centre passage | ortadaki geçit |
| the curtain drops | perde iner |
| to play the old man's part | yaşlı adam rolünü oynamak |
| leading part | başrol |
| sold out | satılmış |
| All the tickets are sold out. | Bütün biletler satıldı. |
| weather forecast | hava tahmini |
| According to the weather forecast, it'll be rainy today | Hava tahminine göre bugün hava yağmurlu olacak. |
| in operation | çalışır vaziyette, çalışırken |
| Can I see this television in operation? | Bu televizyonu çalışırken görebilir miyim? |
| in advance | peşin olarak |
| You must pay 20 % of it in advance. | Yüzde yirmisini peşin olarak ödemelisiniz. |
| to switch on | açmak (radyoyu, televizyonu, vb.) |
| switch on the television, there's an interesting programme. | Televizyonu aç, ilginç bir program var. |
| to switch oft the television. | televizyonu kapatmak |
| I don't like this programme. Switch off the television. | Bu programı sevmiyorum. Televizyonu kapat. |
| to switch over | televizyonun kanalını değiştirmek |
| to miss a programme | bir programı kaçırmak |
| We mustn't miss the quiz programme tonight. | Bu gece bulmaca programını kaçırmamalıyız. |
| when it's over | o bitince |
| When the cartoons are over, you can switch over to the other channel. | Çizgi filmler bitince; öbür kanala çevirebilirsin. |
| What comes on next? | Bundan sonra ne geliyor? |
| Is there anything worth watching? | Seyretmeğe değer bir şey var mı? |
| What make is your TV set? | Televizyonunuz ne marka? |
| to get a good picture | iyi bir görüntü elde etmek |
| to get a distorted picture | eğri büğrü bir görüntü elde etmek |
| to get a blurred picture | silik bir görüntü elde etmek |
| home appliances | ev eşyaları |
| to pay in cash | nakit olarak peşinen ödemek |
| monthly payments | aylık taksitler |
| skiing holiday | kayak tatili |
| ski school | kayak yapmanın öğretildiği ski okulu |
| ski sticks | kayak bastonları |
| chair lifts | telesiyej |
| beginners slopes | kayağa yeni başlayanların kaydığı pistler |
| crawl style | kravl stili |
| thermos flask | termos |
| suntan oil | güneş yağı |
| to play a game of tennis | bir tenis maçı yapmak |
| wrist band | bileklik |
| tennis racket | tenis raketi |
| tennis press | tenis raketi muhafazası |
| tennis ball | tenis topu |
| to ask for | istemek |
| A lady asked for a box of aspirins. | Bir hanım bir kutu aspirin istedi. |
| to make up a prescription | reçete hazırlamak |
| Can you make up this prescription for me very carefully? | Bu reçeteyi benim için dikkattle hazırlayabilir misiniz? |
| to have | bir şeyi hazır etmek |
| I'll have your orders ready by 3 o'clock. | Siparişlerinizi saat üçe kadar hazır edeceğim. |
| to get hurt | incinmek, yaralanmak |
| Children get hurt very often. | Çocuklar sık sık yaralanırlar. |
| in case of ... | olduğu hallerde |
| in case of a sunstroke you must stay in a cool place. | Güneş çarpması halinde serin bir yerde durmalısınız. |
| travel sickness | otomobil, vapur, uçak tutması |
| rubber hot water bottle | buyot, termofor |
| mouthwash | gargara |
| skin rash | cilt tahrişi |
| cleansing tissue | kâğıt mendil (klinex) |
| deodorant soap | ter kokusunu önleyici sabun |
| deodorant stick | ter kokusunu önleyici stik |
| deodorant powder | ter kokusunu önleyici pudra |
| suntan cream | güneş kremi |
| suntan oil | güneş yağı |
| razor blades | jilet, tıraş bıçağı |
| shaving lotion | tıraş losyonu |
| toothbrush | diş fırçası |
| toothpaste | diş macunu |
| nail scissors | tırnak makası |
| nall file | tırnak törpüsü |
| nall varnish | oje, tırnak cilası |
| nall vatnish remover | tırnak cilasını temizleyici |
| shampoo | şampuan |
| hair spray | saç spreyi |
| liquid eye make-up | likit göz makyajı malzemesi |
| mascara | Rimel |
| What's your trouble? | Derdiniz, zorluğunuz nedir? |
| Tell me what's your trouble, does your tooth hurt? | Söyleyin bana derdiniz nedir, dişiniz ağrıyor mu? |
| What's the matter with your teeth? | Dişlerinizin nesi var? |
| What's your complaint about your teeth? | Dişlerinizden şikayetiniz nedir? |
| to jump around. | bir yerden bir yere atlamak, yer değiştirmek |
| The pain skips around. | Ağrı yer değiştiriyor |
| to apply ... on ... | ... e ... sürmek |
| You must apply this lotion on your gums three times a day. | Günde üç kere bu losyonu diş etlerinize sürmelisiniz. |
| to kill the nerve | siniri öldürmek |
| to adjust a machine | makineyi ayarlamak |
| to pull out a tooth | bir diş çekmek |
| to take an X-ray | filmini (röntgenini) çekmek |
| root of the tooth | dişin kökü |
| My gums bleed. | diş etlerim kanıyor |
| A filling has broken here. | Buradaki bir dolgu kırılmış. |
| I have a pain in this tooth. | Bu dişimde bir ağrı var. |
| I have a soreness on the side of my mouth. | Ağzımın yanında bir ağrı var |
| My gum is swollen. | Diş etim şişti. |
| My booth is abscessed. | Dişim apse yaptı. |
| gold filling | altın dolgu |
| porcelain filling | porselen dolgu |
| front teeth | ön dişler |
| back teeth | arka dişler |
| lower teeth | alt dişler |
| upper teeth | üst dişlet |
| molar teeth | azı dişleri |
| wisdom teeth | akıl dişleri |
| false teeth | takma dişler |
| canine teeth | köpek dişleri |
| have to | gerekli olmak, mecbur olmak |
| Thare's too much work I have to finish today. | Bugün bitirmem gereken o kadar çok iş var ki |
| to have a high temperature | yüksek ateşi olmak |
| I have a high temperature. I'm ill. | Çok ateşim var, hastayım. |
| to take one's temperature | birinin hararet derecesini Ölçmek |
| Take your temperature before calling the doctor. | Doktora telefon etmeden önce derecesini al. |
| it's your turn. | Sizin sıranız. |
| When the patient comes out of the doctor's room, you'll go in. it's your turn. | Hasta doktorun odasından çıkınca siz gireceksiniz, sizin sıranız. |
| to take care of one's health | sıhhatine dikkat etmek |
| to have pain one's stomach | midesi ağrımak |
| to have a pain in one's ankle | ayak bileği ağrımak |
| to have a pain in one's neck | boynu ağrımak |
| to have a headache, a toothache | başı, dişi ağrımak |
| to have a sore throat | boğazı ağrımak |
| to have the hu | grip olmak |
| to take a pili | hap almak |
| to take entibiotics | antibiyotik almak |
| to give an injection | iğne yapmak |
| to rest for a week | bir hafta istirahat etmek |
| to stoy in bed | yatakta yatmak |
| to consuit a doctor | bir doktora danışmak |
| I don't teel well. | Kendimi iyi hissetmiyorum. |
| I teel not. | Çok hararetim var. |
| My stomach Is upset. | Midem bozuk |
| walting room | bekleme odası |
| allergic reaction | allerjik reaksiyon |
| urgent case | acil vak'a |
| to speak to | biriyle konuşmak |
| I would like to speak to the personnel manager. | Personel müdürüyle konuşmak istiyorum. |
| to get in touch with .... | .... ile temas etmek |
| Mr Collins will get in touch with you as soon as he comes to the office. | Mr Collins büroya gelir gelmez sizinle temas edecek. |
| to leave a message | mesaj bırakmak |
| telephone directory | telefon rehberi |
| this is ....speaking | ....konuşuyor (ben ....im) |
| to call the wrong number | yanlış numaraya telefon etmek |