İYİ KALPLİ KRALİÇE MASALI - İLKÖĞRETİM - OKUL ÖNCESİ SEÇME ÇOCUK MASALLARI

    Bulunduğu Kategori:[ MASALLAR]
Reklamlar

 

Bir zamanlar, yardım severliğiyle ünlü bir kraliçe vardı. Bu kraliçe, halkın sorunlarıyla yakından ilgilenir, dertlerine çözüm arardı.

Yoksul insanların, giydirilmesi, doyurulması ve bakımı için adamlarına buyruk verir; buyruğunun yerine gelip gelmediğini anlamak için sık sık kontrol ederdi.

Günlerden bir gün kraliçe yine fakirlere yiyecek dağıtırken yaşlı bir adamda kuyrukta yiyecek almak için sırada bekliyordu.

Kraliçe, ne kadar iyilik severse, kraliçenin tam tersi bir oğlu vardı.

Prens, sapanını doğrultarak, yoksul adamın elindeki yardım sepetine nişan aldı ve taş attı. Sepettekiler yerlere döküldü. Dökülünce yoksul adam çok üzüldü ve prense ah etti:

Bir ihtiyar adamdan ne istedin, hey prens? Dilerim ahım tutar da, yılan şahının kızına aşık olur, ama yüzünü asla göremezsin, demiş.

Bu ah tuttu. Prens o günden sonra kara bir sevdaya yakalandı. Gece gündüz, hayallerini süsleyen bir kızın etkisiyle aşk ateşinden yanıp tutuşmaya başladı.

Yıllar birbirini kovaladı, Küçük Prens genç bir delikanlı oldu. Yoksul adamın ah ettiği günden bu yana köprünün altından çok sular akmış, prens çok değişmişti. Artık, daha ağırbaşlı, olgun bir insandı.

Yemeden içmeden kesildiği için, yüzünün rengi solmuş, gülmez olmuştu. Kraliçe, oğlunun durumunu merak ederek, kocasına bir gün şöyle dedi:

·         Uzun zamandır oğlum prens çok değişti. Eskisi gibi gülmüyor, söylemiyor. Ağzını araştır bakalım, ne oldu ona?

Babası, prensi karşına alarak:

·         Bir derdin varsa, bana söyle oğlum, dedi. Sana ne oldu böyle? Çok değiştin. Derdini söylersen belki yardımcı olabilirim.

Genç prens, ciddi bir anlatımla:

·         Birkaç yıl önce, henüz çocukken, bir yaşlı amcanın yiyecek sepetini dökmüştüm. Yoksul amca da, çok üzülmüş ve bana bir ah etmişti.

Babası, merakla:

·         Nasıl bir ahdı bu oğlum? Diye sordu.

·         Adamcağız bana aynen şöyle demişti: “Dilerim ahım tutar da, Yılan şahının kızına aşık olur; ama, yüzünü asla göremezsin.” bu sözler, o gün bu gündür kulaklarımda çınlıyor. Yaptığıma çok pişmanım baba. Ama, iş işten geçti ve ben yüzünü görmediğim düşsel bir kıza aşık oldum. Böyle bir kız var mı yok mu, onu bile bilmiyorum. Baba, sen ve annem izin verirseniz yollara düşmek ve düşümdeki kızı aramak istiyorum.

Babası, oğlunun durumuna çok üzüldü. Fakat elinden Bir şey gelmiyordu. Gidip, kraliçeye her şeyi anlattı. Sözünün sonunda:

·         Oğlumuz, yollara çıkıp, kızı aramak için iznimizi istiyor, dedi.

Kraliçe, üzgün bir anlatımla:

·         İzin vermekten başka bir yolumuz var mı kralım? Dedi. Burda kalırsa eriyip gidecek zavallı. Bari yollara düşsün de, gönül vereceği bir kız bulsun.

İzini koparan prens, annesinin babasının ellerini öptükten sonra saraydan ayrıldı, yollara düştü.

Prens ne yöne, ne kadar gideceğini bile düşünmeden günlerce, haftalarca yol aldı. Önüne gelene Yılan şahının kızını sordu. Belki bir ip ucu bulurum umudundaydı. Ne yazık ki umutları hep boşa çıkıyordu.

Bir gün, yolu bir dağ başına düştü. Yaşlı bir adamın kazma kürekle çalıştığını görünce:

·         Kolay gelsin efendim, dedi. Yardımına gereksinim varsa, seve seve yardım ederim.

Tanımadığı bu gencin, bu davranışı yaşlı adamı çok duygulandırdı. Hoşnut bir tavırla:

·         Sağol evladım, dedi. Söyler misin, bu dağ başında ne işin var senin? Nereden gelip, nereye gidiyorsun?

Prens, adama duyduğu yakınlık nedeniyle derdini açıp, içini döktü.

·         Yılan Şahının kızı varmış efendim. Bir yoksul adamın ahından olsa gerek, yüzünü bile görmediğim bu kıza aşık olup, yemeden içmeden kesildim. Onu düşünmediğim bir anım bile yoktur. Annemden babamdan izin alarak yollara düştüm; ama, bunca zamandır izine rastlamadım. Yaşlı adam, prense bakarak gülümsedi:

·         sana yararlı olacak bir adama rastladın oğlum, dedi. Yılan Şahıonın kızını nasıl bulacağını bilmiyorum, ben. Bunu hiç beklemeyen prens heyecandan birden kıpkırmızı kesildi. Kekelercesine:

·         Sa... sahi mi? Diye sordu. Gerçekten de Yılan Şahının kızı var mı? Nerede olduğunu biliyor musunuz? Yaşlı adam, onu omzunu okşadı:

·         biliyorum tabii.

Prens:

·         Ne olur, onun yerini anlatın bana, dedi. Onu bulamazsam yaşamak haram bana.

Yaşlı adam:

·         Öyleyse anlatacaklarımı, tanımlamalarımı dinle evlat, dedi.

Adam Yılan Şahının kızını bulabilmek için oğlanın hangi yollardan geçeceğini, nelerle karşılaşacağını, önüne çıkacak engelleri, bu engelleri nasıl geçeceğini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Sözünün bitiminde:

·         Unutma evlat, dedi. Anlattıklarımı tıpatıp uygularsan yılan şahının kızına kavuşmaman için hiçbir neden yoktur. Yaşlı adam, son sözünü söyleyince:

·         Hoşçakal iyi yürekli delikanlı. Şansın açık olsun, dedi. Ve gözden kayboldu. Prens, bir an için düş gördüğünü düşündü. Ama, anlattıklarını denemeye karar verdi. Hiç zaman yitirmeden yaşlı adamın gösterdiği dağın ardına gitti. Onun dedikleriyle karşılaşınca anlatılanların doğru olduğuna inandı. Büyük bir umut ve sevinçle dinlediklerini bir bir uygulamaya başladı. Önünde ilk olarak bir gül bahçesi çıktı. Güllerin o kadar çok dikeni vardı ki, herhangi bir insan güllere ellini bile süremezdi.

Delikanlı, ellerini kanamasına aldırmadan birkaç gül kopararak derin derin koklayarak, içine çekti.

·         Ohh! Bu güller ne güzel kokuyorlar, dedi.

Gül bahçesinden çıktıktan sonra önüne bir dere çıktı. Derenin çağıl çağıl akan suyu kıpkırmızı görünümündeydi.

Prens, yaşlı adamın sözlerini hatırlayarak iğrenmeden avuç avuç su içti, yüzünü yıkayarak serinlendi.

Bir yandan da:

·         Bu, ne kadar güzel su, diye mırıldandı.

Delikanlı, bu davranışlarda bulunuyor; ama, nedenini bilmiyordu. Yaşlı adama güvendiğinden her söylediğini bir bir uyguluyordu.

Dereyi geçtikten bir süre sonra, önüne bir at ve bir it çıktı. Hayvanların önündeki yiyecekler ters konmuştu. Atın önünde et, itin önünde ot vardı.

Prens, bu yanlışlığı gidererek, eti itin önüne, otu atın önüne koydu.

·         Hadi bakalım yarasın, dedi, oradan da ayrıldı.

Hayvanlar iştahla karınlarını doyururlarken, delikanlı bir süree daha yol aldı.

Bu kez önüne, iki tane dev gibi büyük kapı çıkmasın mı? Bu kapılardan biri açık diğeri kapalıydı. Açık olan kapıyı kapattı, kapalı olan kapıyı açtı.

Açtığı kapıdan yılan yuvası gördü. Bu yılan yuvası deve aitti. Yaşlı adamın anlattıkları burada da gerçek olmuştu. Bu yerde bir sürü yılan yuvası vardı.

Prens arayarak yılanın mağarasını buldu. Mağaranın yanında ağaç vardı. Ağacın yanındaki yumurtayı aldı ve döndü.

Girdiği kapıdan çıkmak üzereyken dev onu ardına vardı.

Hemen kapılara seslendi:

·         Hey kapılar, şu insanın geçmesine engel olun!

Kapılar şöyle karşılık verdiler:

·         Uzun zamandır birimiz açık, birimiz kapalı duruyoruz. Bir gün olsun bizimle ilgilenmedin. Ama, yakalamamızı istediğin bu genç bizimle ilgilendi ve birimizi açıp, diğerini kapattı. Bu nedenle, onun yolunu kesemeyiz.

Prens,kapılara teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı oradan. At ile itin önünden geçeceği sırada dev onlara bağırdı:

-Hey at ile it, şu gencin kaçmasına izin vermeyin!

At, deve karşılık verdi:

·         Senin dediğini neden yapayım ki? Sen hep ters işler yaptın, benim önüme ot yerine et koydun. Et yemediğimi biliyor muydun? Bile bile hep aç bıraktın. Senin buyruğunu asla dinlemem.

İt de ondan geri kalmadı:

·         Peki, benim önüme yığdığın ota ne demeli? Benim ot yemediğimi bilmen gerekirdi. Bu genç, gelir gelmez doğrusunu yaptı ve eti benim önüme, otu atın önüne koydu. Gence engel olmak nankörlük sayılır. Sesin buyruğunu ben dedinlemeyeceğim.

Dev, büyük bir öfkeyle oğlanın peşinden koştu; ama, prens daha hızlı koştuğundan, onu yakalayamıyordu.

Az sonra dev kanlı dereye seslendi:

·         Hey dere! Sevgili kanlı dere, ne olur şu gencin geçmesine izin verme. Dere birden dillenerek deve karşılık verdi:

·         Senin buyruğunu neden dinleyeyim ki? Sen, bugüne kadar beni hep hor gördün. Suyumdan iğrendin. Üstelik aşağılayıcı sözler de ettin. Ama, bu iyi yürekli genç insan, benden iğrenmedi; hem yüzünü yıkayıp serinlendi, hem de kana kana içti. Ayrıca, teşekkür etmeyi de unutmadı. Senin buyruğuna uyamam, gence engel olamam.

Devin tek bir umudu kalmıştı: dikenli güller.

Prens, gül bahçesine ulaştığında ta gerilerden gelen devin sesi duyuldu:

·         Hey gül bahçesinin dikenli gülleri, ne olur şu gencin kaçmasına izin vermeyin! Dikenlerinizle onu delik deşik edip öldürün.

Güller dile gelip,hep bir ağızdan karşılık verdiler.

·         Bu genç, elini kanamasına aldırmadan bizi kokladı, kokumuzu beğendi. Ya sen? Dikenlerimiz yüzünden her zaman bizi aşağıladın, alay ettin. Senin sözünü dinlememiz için hiçbir neden yoktur.

Güller, prense engel olmadığı gibi, onun arkasından:

·         Yolun açık olsun! Diye bağırdılar.

Prens son bir koşuyla devin ülkesini geride bıraktı. Güvenli yerlere gelince, oturup dinlenmeye başladı.

Bu sırada dev, öfkesinden homurdanarak geri döndü. At ile itin önünden geçtikten sonra dereden geçemedi. Çünkü, sular kabararak onu içine çekti ve boğdu.

Prens biraz dinlendikten sonra, üç yumurtadan birini kırdı. Çünkü yaşlı adam, yumurtalardan üç kızın çıkacağını, isteklerini yerine getirmese kızların öleceğini söylemişti.

Kırılan yumurtadan çok güzel bir kız çıktı. Kız, öyle güzeldi ki delikanlı ona hayran oldu.

Kız, ortaya çıkar çıkmaz inlemeye başladı.

·         Su! Su ver bana. Yoksa dayanamayıp öleceğim. Delikanlı, telaş içinde su aradı. Büyük bir korkuya kapılmıştı. Kızcağız, göz göre göre ölecek miydi? Evet, kızcağız göz göre göre öldü. Delikanlı onu kurtarmadığı için çok üzüldü, ölümünden kendisini sorumlu tuttu.

Prens, uzunca bir süre yol aldıktan sonra, yorularak bir ağacın dibine uzanıp, dinlendi. Bir süre sonra, içinden çıkacak kızı çok merak ederek ikinci yumurtayı da kırdı. Bir an boş bulunarak susuzluktan bu kızın ölebileceğini hesaba katamamıştı. Kırılan yumurtadan çıkan bu kız, öncekinden güzeldi. Oğlan, kızın güzelliği karşısında şaşkına döndü, nutku tutuldu.

Ikinci kız da inlemeye başladı:

·         Ne olur bana su ver. Yoksa susuzluktan öleceğim.

Prens eskisinden büyük bir telaşla su aradı çevrede. Çok uzaklarda ışıllayan bir göl gördü. Umutla oraya doğru koşmaya başladı.

Ne yazık ki, zamanında yetişemediğinden, zavallı kızcağız öldü.

Oğlan, yine çok üzüldü. Onun ölümünden kendisini suçladı. Kendi kendine şöyle mırıldandı:

·         Eğer bir anlık dalgınlığıma gelmeseydin bu kızcağız ölmezdi. Hiç olmazsa üçüncüde uyanık olayım, üçüncü yumurtayı, bir su yanında kırarsam kızı yaşatabilirim.

Prens, yumurtayı cebine koyup, yürüye yürüye bir havuz başına geldi. Yumurtayı çok dikkatli kırdı... Üçüncü kız, ilk ikisinden güzeldi.

O da, "su... su... " diye inlemeye başladı. Delikanlı bu kez hazırlıklıydı. Kızı hemen havuza attı.

Prens çok mutlu olmuştu. Aradığı kızı sonunda bulmuştu. Hemen sevdiği kızı saraya götürdü. 40 gün 40 gece yapılan düğünle evlenip mutlu oldular.

Ekleyen: by_ram | Okunma Sayısı: 3175
Çözümlü Sorular
9.Sınıf Biyoloji Soruları ve Çözümleri
9.Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Soruları ve Çözümleri
Telif Hakkı Hakkında:

Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Erguven.net'e aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten erguven.net sorumlu değildir.İLETİŞİM:bey_ram@hotmail.com