Bir zamanlar zengin bir tüccar varmış. Üç kızı olan bu tüccarın kızlarının  ikisi son derece bencilmiş. Ama üçüncüsü, yani adı Güzel olanı hem iyi hem de  sevgi doluymuş.
Bir gün tüccar, gemilerinin şiddetli bir fırtınada battığı  haberini almış. Zavallı adam varını yoğunu kaybetmiş, geriye bir tek kasabadaki  küçük evi kalmış. Açgözlü iki kardeş bu durumdan hiç hoşlanmamışlar. Yatakta  yatmak ve oflayıp puflamaktan başka bir şey yapmaz olmuşlar. Evin bütün işleri  Güzel’e kalmış. 
        Bir zaman sonra tüccar kayıp gemilerinden birinin  limana ulaştığını duymuş. Haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için yola  çıkmadan önce kızlarına, dönüşte size ne hediye getireyim, diye sormuş. Açgözlü  iki kardeşin neşeleri hemen yerine gelmiş. 
“Elbiseler ve mücevherler!”  isteriz demişler.
“Peki ya sen Güzel?” diye sormuş tüccar.
“Bir gül. O  bana yeter,” demiş Güzel.
        Birkaç gün sonra tüccar evine dönmek üzere  üzgün üzgün yola koyulmuş. Yine yoksulmuş, çünkü son gemiden ona kalan paraları  da dolandırıcılara kaptırmış. Akşam karanlığı bastırırken bir ormana varmış.  Orman hem karanlık, hem de soğukmuş. Şimşekler çakıyor, rüzgâr yerden karları  havalandırıyormuş. Uzaklardan kurtların uluma sesleri geliyormuş. 
Tüccar  nereye gitiğini bilmeden atıyla birlikte karların üzerinde bata çıka saatlerce  yol almış, derken birden ileride pencerelerinden dışarı parlak ışıklar sızan son  derece güzel bir şato görmüş. Ama bu çok garip bir şatoymuş, çünkü şöminelerinde  harıl harıl ateş yanmasına, bütün odaları gün gibi aydınlık olmasına rağmen  ortada kimsecikler yokmuş. Tüccar seslenmiş, seslenmiş, cevap veren olmamış.  Sonunda, beklemenin bir anlamı olmadığını anlayınca, atını ahıra bağlamış ve  salondaki uzun masanın üzerinde hazır bekleyen yemeği yemiş. Sonra bir yatağa  yatıp uyumuş. 
Sabah uyandığında onun için bırakılmış yeni giysiler bulmuş  yanıbaşında. Aşağıda da güzel bir kahvaltı onu bekliyormuş. 
“Bu şato, bana  acıyan iyi kalpli bir periye ait herhalde,” demiş tüccar. 
“Ona bir teşekkür  edebilseydim keşke.”
        Tüccar şatodan ayrılırken, bahçedeki gülleri  fark etmiş. ‘Hiç yoksa Güzel’e verdiğim sözü yerine getireyim,’ demiş içinden.  Güllerden birini koparmış. Ama koparır koparmaz müthiş bir kükremeyle inlemiş  her yan. Çalıların arkasından korkunç görünüşlü bir canavar çıkmış. Öylesine  korkunçmuş ki, tüccar neredeyse korkusundan bayılacakmış. 
“Seni değer bilmez  adam!” diye kükremiş Canavar. “Hayatını kurtardım! Seni besledim, giydirdim! Sen  kalkmış güzel güllerimi çalıyorsun. Hemen ölmeyi hak ettin!”
        Tüccar  Canavar’ın karşısında diz çökmüş. “Gülü kızlarımdan birine götürecektim  efendim,” demiş. 
“Ben efendi falan değilim, bir Canavar’ım,” diye hırlamış  yaratık. Sonra tüccarın tepesine dikilmiş. “O değerli kızlarına gelince... Git,  sor bakalım onlara, hayatına karşılık içlerinden biri gelip benimle birlikte  yaşar mı? Bu teklifimi kabul eden olmazsa, üç ay içinde öleceksin.”
         Tüccar gün ışığıyla aydınlanmış ormanın içinden, üzgün bir şekilde atını sürüp  evine dönmüş. Evde iki bencil kız kardeş babalarının başından geçen korkunç  maceraları dinlerken kıllarını bile kıpırdatmamışlar. Babaları onlara giysi ve  mücevher getirmedi diey küplere binmişler. Ama Güzel onlar gibi yapmamış.  
“Baba, izin ver ben gideyim,” demiş hiç tereddüt etmeden. 
“Tabii sen  gideceksin, suç senin,” demiş kardeşleri. “Gül isterim diye tutturmasaydın,  Canavar babamızı öldürmeyi düşünmeyecekti.”
            Üç ay geçince tüccar  şatoya Güzel’le birlikte gitmiş. Her şey orayı ilk gördüğü gibiymiş: etrafta  yine kimsecikler yokmuş, sofra hazırmış. Yemeklerini yemeyi bitirdiklerinde  Canavar ortaya çıkmış. Güzel korkusundan tir tir titremeye başlamış, çünkü  Canavar babasının anlattığı kadar korkunçmuş, hatta daha da korkunç!
“Buraya  kendi isteğinle mi geldin?” diye sormuş Canavar.
“Evet,” demiş Güzel. 
“O  zaman baban sabah olunca buradan gidecek ve bir daha buraya hiç  gelmeyecek.”
Sabah olup da babası gidince Güzel tek başına kalmış. Önce bir  süre ağlamış, ama sonra gördüğü rüyayı hatırlayıp biraz olsun rahatlamış.  Rüyasında bir peri, “Üzülme, babanın hayatını kurtarmak için gösterdiğin bu  cesaret karşılıksız kalmayacak,” demiş ona. 
        ‘Belki de bu yaşama  alışırım,’ diye düşünmüş, neşesi yerine gelmiş azıcık. Bahçede dolaşmış, güllere  bakarken içi hüzünle dolmuş. Sonra şatonun içini gezmiş. Oda kapılarından  birinin üzerinde adının yazılı olduğunu görünce çok şaşırmış. Kapıyı açıp içeri  bakmış. Oda tam istediği gibi döşeliymiş, kitaplarla, müzik aletleriyle  doluymuş. 
        ‘Canavar beni burada rahat ettirmeye çalıştığına göre,  bana zarar vermez herhalde,” diey düşünmüş Güzel. 
Sonra bir kitap almış  eline. Kitabın üzerinde altın yaldızla, “Sevgili Kraliçem. Her isteğin emirdir  benim için,” diye yazıyormuş. 
“Şu anda babamı görebilseydim keşke!” demiş  Güzel yüksek sesle Bunu der demez odanın öte ucundaki aynada babasının görüntüsü  belirmiş. Böylece Güzel’in yalnızlık duygusu ve ev hasreti biraz olsun geçmiş.  
O gece yemekte Canavar ortaya çıkmış. “Seni izlememe izin verir misin  Güzel?” diye sormuş. 
“Buranın sahibi sizsiniz,” demiş Güzel. 
“Hayır,”  demiş Canavar. “Şatom senin emrindedir. İstersen hemen giderim.” Canavar bir an  duraksamış. “Yalnız bir şey soracağım. Beni çok mu çirkin  buluyorsun?”
        Güzel ne diyeceğini bilmemiş önce. Sonra başını kaldırıp  Canavar’a bakmış. “Bunu söylemek istemezdim, ama doğruyu söylemem gerek. Evet,  çirkin buluyorum,” demiş. 
        Güzel, yemeğini bitirince Canavar,  “Benimle evlenir misin?” diye sormuş. 
“Hayır Canavar, asla,” demiş Güzel.  
        Canavar derin bir iç geçirirken çıkardığı ses, tüm şatoda  yankılanmış. 
Her gece saat dokuzda Canavar konuşmak için Güzel’in yanına  geliyormuş. Güzel, gün geçtikçe Canavar’a alışmaya başladığını fark etmiş. Hatta  geç kaldığında onu merak bile ediyormuş. ‘Keşke,’ diyormuş, ‘bu kadar çirkin  olmasaydı! Keşke ikide birde bana evlenme teklif etmeseydi! Çünkü Güzel,  Canavar’ın, evlilik teklifini geri çevirdiğinde çıkardığı o sesten çok  korkuyormuş. 
            Canavar bir gün, “Beni sevmeyebilirsin ama, beni  bırakıp gitmemeye söz vermelisin,” demiş. Her günü birbirine benzeyerek üç ay  böyle geçmiş. 
        Derken bir gün Güzel aynada babasının hasta olduğunu  görmüş. Hemen Canavar’a babasına bakmak için eve gitmek istediğini söylemiş.  
“Gidebilirsin, Güzel,” demiş Canavar. “Ama geri dönmezsen kederimden  öleceğimi biliyorsun, değil mi? Korkarım ki, babanın yanında kalmak isteyeceksin  ve dönmeyeceksin. Ama eğer fikrini değiştirir de dönmek istersen, yüzüğünü  yatağının yanındaki sehpaya koyman yeterli. Sabah olduğunda şatomda açacaksın  gözlerini.”
“Bir hafta sonra döneceğim, söz,” demiş Güzel.
        Ertesi  sabah Güzel, babasının evinde, kendi yatağında açmış gözlerini. Babası onu  karşısında görünce çok sevinmiş, kendini daha iyi hissetmiş. O gün öğleden  sonra, kısa süre önce evlenmiş olan kız kardeşleri babalarını ziyarete  gelmişler. Eve geldiklerinde babalarının biricik kızını karşılarında görünce  kıskançlıktan ve öfkeden çatır çatır çatlamışlar. 
“Dinle!” demiş iki  kardeşten biri. “Ona bir oyun oynayalım. Burada bir hafta daha kalmasını  sağlayalım. O zaman Canavar gelip onu öldürür.” Bağırıp çağırıp onu kötülemek  yerine, iki kardeş gözlerine soğan sürüp Güzel’in karşısına yaşlı gözlerle  çıkmışlar ve ondan ayrılmak istemedikleri için ağladıklarını söylemişler. Güzel  bir hafta daha kalmaya söz vermiş. 
        Çok geçmeden Güzel, Canavar’ı  babasını özlediği kadar özlediğini fark etmiş. Bir gün rüyasında Canavar’ı  şatonun bahçesinde kaskatı ve cansız yatarken görmüş. Uyandığında, ‘Benim  yaptığım düpedüz acımasızlık!’ diye düşünmüş. Hemen yüzüğünü parmağından  çıkarıp, başucundaki sehpanın üzerine koymuş. Sabah gözlerini Canavar’ın  şatosunda açmış. 
O günün akşamı Canavar’ı beklemiş. Saat dokuz olmuş.  Canavar gelmemiş. Dokuzu çeyrek geçmiş, ortalarda yok. Birden endişe içinde koşa  koşa şatodan bahçeye çıkmış. Canavar bahçede boylu boyunca yatıyormuş. ‘Onun  ölümüne neden oldum!’ diye düşünmüş Güzel. Hemen ona sarılmış. Canvar’ın kalbi  hâlâ atıyormuş!
“Artık dönmezsin diey düşündüm. Yemeden içmeden kesilip  ölmeye hazırlandım,” demiş Canavar fısıltılı bir sesle. 
“Ama ben seni  seviyorum Canavar!” demiş Güzel. “Seninle evlenmek isityorum.”
        O anda  tuhaf bir şey olmuş. Birden sanki şato daha bir güzel, daha bir ışıltılı hale  gelmiş. Güzel bir süre etrafına bakınmış, sonra tekrar Canavar’a çevirmiş  başını. Fakat Canavar yerinde yokmuş. Yattığı yerde şimdi genç ve yakışıklı bir  prens duruyormuş. 
“Ben Canavar’ı istiyorum,” diye ağlamaya başlamış Güzel.  Prens bu sırada ayağa kalkmış. 
“Canavar benim,” demiş. “Kötü bir peri bana  büyü yapmıştı. Beni yüzüne bakılamayacak kadar çirkin bir yaratığa  dönüştürmüştü. Bana benimle evlenmek istediğini söylemeseydin, hayatımın sonuna  kadar öyle kalacaktım.”
Prens Güzel’i şatoya götürmüş. Şatoda Güzel, babası  ve rüyasında gördüğü iyi periyle karşılaşmış. 
“Gösterdiğin cesaretin ödülünü  aldın,” demiş iyi peri Güzel’e.
        Peri sihirli değneğini sallamış.  Birden şatodaki herkes Prens’in topraklarında bulmuş kendini. Orada halk coşku  ve alkışlarla karşılamış Prens’i. Çok geçmeden Güzel ve Canavar evlenmişler.  Düynanın gelmiş geçmiş en mutlu Prens ve Prenses’i olmuşlar.