Nesir (düzyazı), edebiyatımızda Batı etkisine gelinceye kadar şiirin yanında hep gölgede kalmıştır.Verilen örnekler de bir düşünceyi iletmekten çok sanat yapmak amacıyla ortaya koyulmuştur. Divan edebiyatı döneminde iki tür nesir örneği görülür. Birincisi bazı tercüme eserlerle, halk için yazılan kitaplarda, özellikle tarihlerde kullanılan sade nesirdir. Gerçi mecazlı, cinaslı ve secili nesir Türk edebiyatında öteden beri görülen ve sevilen bir nesirdi. En güzel örneklerini ise Dede Korkut Hikayelerinde görmekteyiz. Diğeri ise özellikle Sinan Paşa’yla başlayan süslü nesirdir. 15. yüzyılda Sinan Paşa’nın oluşturduğu nesirde İran edebiyatının etkisi görülür. Sinan Paşa Fatih’in sadrazamlığını yapan ilim sahibi biridir. En önemli eseri  Tazarruname adlı münacat (Allah’a yakarma) eseridir. Ağır, sanatlı bir söyleyişi vardır. Bundan daha sade ama yine secilerle yüklü diğer eseri ise didaktik, ahlaki bir eser olan  Marifname’dir. Bazı evliyaların menkıbelerini anlattığı Tezkiret’ül Evliya adlı eseri de önemlidir. Bu asırda Sinan Paşa’nın süslü nesrine karşı sade nesirle eserler yazan diğer bir sanatçı  Mercimek Ahmet’tir. Eserlerinde konuşma diline yakın bir dil görülür. Yazarın en önemli eseri Farsça aslından çevirdiği  Kaabusname adlı didaktik bir öğüt eseridir. Eserde sosyal hayatla ilgili öğütler vardır. Bu asırda ayrıca tarih kitapları da yazılmıştır.  Nesir alanında önemli edebi eserlerin verildiği diğer bir dönem de 17. yüzyıldır. Bu dönemde genellikle sade nesir kullanılmıştır. Dönemin en önemli edebi eseri ise  Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseridir. Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde birçok yer gezen Çelebi, gördüklerini biraz abartılı bir üslupla yazıya geçirmiş ve 10 ciltlik bir eser meydana getirmiştir.  Devrin diğer nesircisi Katip Çelebi’dir. Yazar bir edebiyatçı olmaktan çok, bilim adamıdır. Tarih, coğrafya, tıp, biyografi gibi birçok alanda eser vermiştir. Eserlerinde daha çok Arapçayı kullanan yazarın  Fezleke adlı Türkçe tarih kitabı vardır. Divan edebiyatının son dönemi olan   18. yüzyılda nesir alanında daha çok gezi yazıları görülür. Bunlar da özellikle Batı’ya giden aydınların gezdikleri yerlerle ilgilidir. Bunlardan en önemlisi  28 Çelebi Mehmet’in yazdığı Sefaretname-i Fransa adlı eseridir. Edebiyatımızda modern anlamda nesir 19. yüzyılda Tanzimat Edebiyatı ile başlar.  Tarihi gelişimini bu şekilde gösterebileceğimiz Divan edebiyatının genel özelliklerini şöyle maddeleştirebiliriz: Temelinde  İslam  dininin bulunduğu Türk, Arap ve İran  edebiyatlarının  karışımı, ortak kültürün bir ürünüdür. Dil, cümle  yapısı bakımından Türkçe olmasına rağmen sözcükleri bakımından Arapça, Farsça, Türkçe karışımıdır. Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır; ancak tuyug, şarkı ve rübailerde dörtlük kullanılır. Daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır. Konuya değil  konunun işleniş biçimine önem verildiğinden aynı konu değişik dönemlerde birçok şair tarafından işlenmiştir. Bu yüzden Leyla vü Mecnun, Yusuf u Züleyha adını taşıyan birkaç eser vardır. Divan şiirinde Arap ve Fars edebiyatlarından alınan  belli  semboller vardır.  Mazmun adı verilen bu semboller hiç değiştirilmeden kullanılır. Gül deyince  sevgili, bülbül deyince aşığın anlaşılması gibi. Bunlar dışında Türklerin oluşturduğu semboller de vardır. Şiirde  bütün güzelliğine değil parça güzelliğine değer verilir. Hatta çoğu şair “Mısra-i berceste” adı verilen en güzel dizeyi oluşturmaya çabalar. Divan şiirinde gerçek hayat  ya da insan, olduğu gibi değil idealize edilerek anlatılır. Şiirin anlaşılması için  sözcüklerin ötesindeki anlamlara dikkat edilmelidir. Gazel, kaside, mesnevi, rübai gibi ortak nazım şekilleri kullanılır. Daha  çok aşk, ayrılık, hasret, ölüm, doğa sevgisi gibi  kişisel konulara değer verilir. Temelinde  din olan Allah  aşkını, Peygamber sevgisini anlatan Divan şiirleri Tasavvuf edebiyatı adıyla incelenir.