Reklamlar

PREPOSITIONS / EDATLAR

İlgili oldukları isim ve zamirlerin önünde bulunan, onların cümledeki diğer sözcüklerle ilişkisini gösteren sözcüklere edat denir.

  • Zaman gösteren edatlar
    At tam bir zaman noktası göstermek için kullanılır.
  • at nine dokuzda
    at night geceleyin (bütün gece boyunca)
    at Christmas Noelde (bütün Noel süresince)
    We get up at seven o'clock. Saat yedide kalkarız.

  • In aylarla, mevsimlerle ve yıllarla kullanılır.
  • in September eylülde
    in winter kışın
    in 1995 1995'te

  • Günün şu bölümlerini gösterir.
  • in the morning sabahleyin
    in the afternoon öğleden sonra
    in the evening akşamleyin

  • On günlerle, tarihlerle kullanılır.
  • on Friday cuma günü
    onMay 15th 15 mayıs günü

  • By "sırasında, o zamana kadar" anlamındadır.
  • by two o'clock saat ikiye kadar
    by midnight gece yarısına kadar

  • From belli bir zaman başlangıç noktasını belirtirken söylenen "-den" karşılığı olarak kullanılır.
    Çoğu zaman aynı cümlede "- ye (kadar)" anlamında to veya until (till) edatı da bulunur.
  • from morning till evening sabahtan akşama kadar
    They wait in queues from seven to twelve. Yediden on ikiye kadar kuyruklarda beklerler.

  • Since "-den beri" anlamıyla belli bir zaman noktasından o zamana kadar geçen süreyi belirtir.
  • since five o'clock saat beşten beri
    since Tuesday salıdan beri
    We haven't seen each other since Easter. Birbirimizi Paskalyadan beri görmedik.

  • For "için, sürece" anlamında kullanılır.
  • for five days beş gün süreyle, beş gündür
    for one hour bir saat süreyle
    She has lived in London for two years. Londra'da iki yıl oturdu, (iki yıl süreyle)

  • During "sırasında, esnasında" anlamındadır.
    Belli bir zaman dilimini bildiren sözcüklerle kullanılır.
  • during the war savaş esnasında
    during winter kışın, kış esnasında
    I don't drink water during meals. Yemek sırasında su içmem.

  • After "-den sonra" anlamındadır.
    Belli bir zaman noktasından sonrasını göstermek için kullanılır.
  • after eight sekizden sonra
    after the lesson dersten sonra
    I have a cup of coffee after meals. Yemeklerden sonra bir fincan kahve içerim.

  • Before "-den önce" anlamındadır.
    Belli bir zaman noktasından öncesini gösterir.
  • before six altıdan önce
    before Monday pazartesiden önce
    Could we meet before next week? Gelecek haftadan önce buluşabilir miyiz?


  • Yer ve yön gösteren edatlar
    From "-den, -dan" anlamıyla bir hareketin başlangıç noktasını belirtir.
  • from the table masadan
    They're coming from the airport. Havalimanından geliyorlar.

  • To "-ye, -ya" anlamındadır.
    Eylemlerin varış noktasını işaret eder.
  • to the street sokağa
    They'll come to Turkey. Türkiye'ye gelecekler.

  • At edatı bir nokta veya civarında oluşu gösterir.
  • at the the door kapıda
    at the airport havaalanında
    at the cinema sinemada

  • in kapalı veya sınırları belli bir şeyin içinde oluşu anlatmak için kullanılır.
  • in the room odada, odanın içinde
    in the box kutuda, kutunun içinde
    She is sitting in the bedroom. Yatak odasında oturuyor.
    We'll swim in the sea. Denizde yüzeceğiz.

  • By bir taşıtla gidiş anlatılırken kullanılan "ile" anlamındadır.
  • by car otomobille
    by plane uçakla
    We go to school by train. Okula trenle gideriz.


  • On temas eder durumda üzerinde oluşu belirtir.
  • on the chair sandalyenin üstünde
    on my bed yatağımın üstünde
    He put the books on the table. Kitapları masanın üstüne koydu.

  • Bazı hareket ve gidiş şekilleri on edatıyla anlatılır.
  • on foot yürüyerek, yaya
    on horseback atla, at sırtında

  • Off "-den uzakta, -den uzağa, -den, -dan" anlamındadır.
  • off the tree ağaçtan
    off the shore kıyıdan
    Keep off the grass. Çimenden uzak durunuz.
    We'll get off the bus here. Otobüsten burada ineceğiz.

  • Out of bir yerden dışarı çıkış anlatılırken kullanılır.
  • out of the garden bahçeden dışarı
    out of the kitchen mutfaktan dışarı
    The girl walked out of the park. Kız parktan dışarı yürüdü.
    They ran out of the shop. Dükkândan dışarı koştular.

  • Along "boyunca, uzunluğunca" anlamındadır.
  • along the street sokak boyunca
    We raced along the river. Nehir boyunca yarıştık.

  • at ve in
    At genel olarak küçük bir yerde bulunuş, belli bir noktada oluş söylenirken kullanılır.
  • at home evde
    at the bus station durakta
    at work işte

  • in daha büyük yerlerde oluşu anlatırken kullanılır.
  • in the field tarlada
    in London Londra'da
    in Thailand Tayland'da

  • in kapalı veya belli sınırlar içinde olan bir yerde bulunuşu anlatır.
  • in the room odada
    in the park parkta
    They live in England. İngiltere'de yaşarlar.
    The hunters were in the forest. Avcılar ormandaydılar.

  • in ve into
    in bir yerde oluş veya bulunuşu gösterir.
    Into bir şeyin içine hareket ediş ve girişi anlatır.
  • The pencil is in the box. Kalem kutunun içindedir.
    I'll put the pencil into the box. Kalemi kutunun içine koyacağım.

  • on ve onto
    On bir durumu veya bir şeyin üzerine doğru bir hareketi belirtir.
  • The key is on the table. Anahtar masanın üstündedir.
    Put the key on the table. Anahtarı masanın üstüne koy.

  • Onto ise yalnızca "üzerine, üstüne" anlamını verir.
    I lifted the girl onto the horse. (Kızı atın üstüne kaldırdım.)
  • Across "bir tarafından karşı tarafına, çaprazlamasına" anlamında bir edattır.
  • across the river nehrin bir kıyısından karşı kıyısına
    across the street caddenin bir tarafından karşısına
    The boys swam across the river. Çocuklar nehrin bir kıyısından karşı kıyısına yüzdüler.

  • Down "aşağı doğru" anlamındadır.
  • down the road yoldan aşağı doğru
    down the hill tepeden aşağı doğru
    The boats go faster down the river. Kayıklar nehirde aşağı doğru daha hızlı giderler.

  • Round "etrafın(d)a, çevresin(d)e" anlamını verir.
  • round the world dünyanın etrafında
    round my neck boynumda
    The earth rotates round the sun. Dünya güneşin etrafında döner.

  • Through bir şeyin içinden geçişi anlatırken kullanılan "içinden, arasından" anlamındadır.
  • through the chimney bacanın içinden
    through the tunnel tünelin içinden
    The river flows through Paris. Nehir Paris'in içinden akar.

  • Up "yukarı doğru" anlamındadır.
  • up the tree ağacın yukarısına doğru
    up the stairs merdivenlerden yukarı
    We climbed up the mountain. Dağın yukarısına tırmandık.

  • Against "karşı" anlamında bir edattır.
  • against the wind rüzgâra karşı
    against the law yasaya karşı
    Your driving at this speed is against the rules. Bu hızda sürmeniz kurallara aykırıdır.


  • Düzey gösteren edatlar

  • Above "üstünde, daha üst düzeyde" anlamındadır.
  • above my head başımın üstünde
    The plane is above the clouds. Uçak bulutların üstündedir.

  • Over edatı da above ile aynı anlamdadır.
    Ayrıca, üstünde bulunduğu şeye dokunur durumda anlamını da verebilir.
    Above böyle bir anlam vermez.
    I'll put a new table cloth over the table.
    (Masanın üzerine yeni bir masa örtüsü koyacağım.)
  • Over ayrıca bir hareketin bir şeyin üzerinden yapıldığını da anlatır.
    We jumped over the stream. (Derenin üzerinden atladık.)
  • Under "altında" anlamındadır.
  • under the table masanın altında
    He is sleeping under the tree. Ağacın altında uyuyor.

  • Below edatı da under gibi "altında" anlamındadır.
    Ancak, under ile anlatılanda temas durumu mümkündür.
    Below ise temas etmeden altında oluşu anlatır.
    The plane went below the clouds. (Uçak bulutların altından gitti.)
  • Beneath de "altında" anlamındadır. Under ile eşanlamlıdır.
    We found the money beneath the blanket.
    (Parayı battaniyenin altında bulduk.)
  • Bulunma veya duruş yerini gösteren edatlar
  • Beside "yanında; yanına" anlamındadır.
    She is sitting beside her husband. (Kocasının yanında oturuyor.)
  • Behind "arkasında; arkasına" anlamında bir edattır.
    We parked the car behind the station.
    (Otomobili istasyonun arkasında park ettik.)
  • in front of üç sözcükten oluşan bir edattır. Anlamı "önünde"dir.
    There is a blue car in front of your door.
    (Kapınızın önünde mavi bir otomobil var.)
  • Opposite "karşısında, zıddı" anlamındadır.
  • opposite the church kilisenin karşısında
    opposite our house evimizin karşısında

  • Between iki şey için kullanılır ve "arasında; arasına" anlamındadır.
  • between the table and the door kapı ve masa arasında
    There is a big tree between the house and the wall. Evle duvar arasında büyük bir ağaç var.

  • Among ikiden çok şey için kullanılır ve "arasında, aralarında: arasına, aralarına" anlamındadır.
  • among the flowers çiçeklerin arasında
    We built a hut among the trees. Ağaçlar arasında bir kulübe yaptı.

  • Near "yanında; yanına" anlamındadır.
  • Near the pub birahanenin yanında
    Our house is near the station. Evimiz istasyona yakındır.


  • Diğer edatlar

  • About "hakkında, dair" anlamındadır.
  • about this book bu kitap hakkında
    about us hakkımızda

  • With "ile" anlamını veren bir edattır.
  • with a screwdriver tornavida ile
    with me benimle

  • Ancak with taşıtlarla bu anlamda kullanılmaz, onun yerine by kullanılır.
  • I go to school with my friends. Okula arkadaşlarımla giderim.
    I go to school by bus. Okula otobüsle giderim.

  • With edatı ayrıca, "-si olan, -lı, -li" ekleriyle belirtilebilecek sahiplik gösteren bir anlam da verir.
  • with red hair kızıl saçlı
    with one arm tek kollu

  • without "-sız, -siz, olmaksızın" anlamındadır.
  • without a coat ceketsiz
    I can't do without you. Sensiz yapamam.

  • Except "dışında, hariç" anlamındadır.
    Everybody came except Helen. (Helen hariç herkes geldi.)
  • Like "gibi anlamında bir edattır.
  • Like the others diğerleri gibi
    Like this bunun gibi
    Your house is like a palace. Sizin eviniz bir saray gibidir.

  • nesnelerle to/for
    "Neyi, kimi" sorularına yanıt veren nesnelere, düz nesne; "neye, kime, ne için, kim için" sorularına yanıt veren nesnelere ise dolaylı nesne denir.
  • The teacher gave the book to me. Öğretmen kitabı bana verdi.
    The teacher gave me the book. Öğretmen kitabı bana verdi.


  • cümlelerinde the book düz nesne, me, to me dolaylı nesnedir.

    Dolaylı nesnenin yerini değiştirmek suretiyle to edatının atılması başlıca şu fiillerle olur: take, tell, sell, send, pay, give, bring
  • She told a story to the children. Çocuklara bir hikâye anlattı.
    She told the children a story. Çocuklara bir hikâye anlattı.
    We'll sell our furniture to them. Mobilyamızı onlara satacağız.
    We'll sell them our furniture. Mobilyamızı onlara satacağız.


  • Dolaylı nesnenin yerini değiştirmek suretiyle for edatının atılması başlıca şu fiillerle olur: buy, get, keep, leave, make, order, build, cook, find.
  • She bought an umbrella for Ann. Ann için (Ann'a) bir şemsiye aldı.
    She bought Ann an umbrella. Ann'a bir semsiye aldı.
    We'll find a hotel for the tourists. Turistler için bir otel bulacağız.
    We'll find the tourists a hotel. Turistlere bir otel bulacağız.

  • edatlarla kullanılan bazı fiiller ve sıfatlar
    To alan bazı fiiller: Call, complain, explain, say, speak, talk, whisper, suggest, shout fiilleri ile hitap edilen kişileri gösteren sözcükler önüne to getirilir.
  • What did she say to you? Sana ne dedi?
    We'll explain everything to them. Onlara her şeyi açıklayacağız.
    She talked to her husband. Kocasıyla konuştu.

  • To edatı according, accustomed, due, owing, used ile kullanılır.
  • According to the new rules you can't play like this. Yeni kurallara göre böyle oynayamazsınız.
    She isn't accustomed to cold weather. Soğuk havaya alışık değildir.

  • Of ile kullanılan bazı fiiller: dream, consist, get rid, accuse, remind, think.
  • She always thinks of her son. Hep oğlunu düşünür.
    He dreams of his happy childhood. Mutlu çocukluğunu hayal eder.

  • Of edatı afraid, ashamed, aware, capable, fond, suspicious, tired ile kullanılır.
  • I'm afraid of walking in dark streets. Karanlık sokaklarda yürümekten korkarım.
    Are you aware of their absence? Onların yokluğunun farkında mısın?

  • in ile kullanılan bazı fiiller: believe, succeed
  • Do you believe in their ability? Onların yeteneğine inanıyor musun?
    She succeeded in the first exam. İlk sınavda başarılı oldu.

  • On ile kullanılan bazı fiiller: depend, insist, live, rely
  • They all depend on me. Hepsi bana muhtaçtır.
    The natives live on fruit only. Yerliler sadece meyveyle yasarlar.

  • For ile kullanılan bazı fiiller: apologize, aşk, beg, apply, hope, wait
  • They applied for a better job. Daha iyi bir iş için başvurdular.
    He asked for some chocolates. Biraz çikolata istedi.
    We hope for rain. Yağmur bekliyoruz.

  • For edatı anxious, fit, ready, sorry ile kullanılır.
  • She is ready for the examination. Sınava hazırdır.
    The woman is anxious for her money. Kadın parası için endişededir.

  • With ile kullanılan bazı fiiller: quarrel, fight, argue, compare, deal, charge
  • He quarrels with his neighbours. Komşularıyla ağız kavgası eder.
    Don't fight with your friends. Arkadaşlarınla kavga etme.
    I can't compare this dictionary with yours. Bu sözlüğü seninki ile karşılaştıramam.

  • Edatın cümle sonuna konulması
    Önünde bir edat olan soru sözcükleriyle yapılmış sorularda edat cümle sonuna alınabilir.
  • To whom did you write? Kime yazdın?
    Who did you write to? Kime yazdın?
    To whom are you calling? Kime sesleniyorsun?
    Who are you calling to? Kime sesleniyorsun?




  • DOWN - DURING - EXCEPT - FOR - FROM - OF - OFF -OVER -PAST - ROUND - SINCE - THROUGH - TOWARDS- UNDER -UNTIL/TILL - UP - WITH -WITHOUT - ABOUT - AFTER - AGAINST -BETWEEN - AMONG - BEFORE - BEHIND - BESIDE - BY -TO -IN -INTO - WITHIN- AT - ON - EDATLARI

    Türkçede yeri belirtilen isimlerin sonuna gelen takılarının İngilizcedeki belli başlı karşılıkları down, during, except, for, from, of , off, over, past, round, since, through, towards, under, until/till, up, with, without - about -after - against - between - atnong - before - behind - beside - by -to -in - into - within- at - on - edatlarıdır.

  • "down" —» aşağı, aşağıya, aşağıda (edat ve zarf olarak)
  • Let us walk down the hill together. Tepeden aşağı beraber yürüyelim.
    The boy fell down the stairs and broke his arm. Çocuk merdivenlerden aşağı düştü ve kolunu kırdı.
    I like to walk down Bağdat Street and look at the shops there. Bağdat Caddesinden aşağı yürümek ve oradaki dükkanlara bakmak hoşuma gidiyor.
    Is the lift going up or down? Asansör yukarı mı çıkıyor yoksa aşağı mı iniyor?
    The little girl has fallen down. Küçük kız yere düştü.
    Eric wasn't down for breakfast this morning until ten o'clock. Eric bu sabah kahvaltı için saat ona kadar aşağı inmedi.
    Get down off that wall; you can jump down. O duvardan aşağıya in; aşağı atlayabilirsin.
    The plane dropped down 5,000 feet into the sea. Uçak 5000 ft'den aşağıya denize düştü.
    We all knelt down in church. Kilisede hepimiz diz çöktük.
    I didn't feel very well so I went to lie down. Kendimi çok iyi hissetmiyordum o yüzden yatmaya gittim.
    I don't like to look down from a great height. Çok yüksekten aşağıya bakmaktan hoşlanmam.
    Sit down, there is plenty of room for every one. Otur, her kes için fazlasıyla boş yer var.
    The arrangement for preference export seems to have broken down. Tercihli ihracat için yapılan düzenlemeler boşa çıkmış görünüyor.
    His house was burnt down last night. Onun evi geçen gece tümüyle yandı.
    Ayvazovski picture was printed upside down. Ayvazoski resmi başaşağı basılmış.
    Write these notes down in your notebook. Bu notları defterinize kaydedin.
    A good many trees were cut down to build ships. Bir çok iyi ağaç, gemi inşa etmek için kesildi.
    They insulted us so we knocked them down. Bizi aşağıladıkları için biz de onları yere serdik.
    I will ask the tailor to let the sleeve of my coat down half centimeter. Terzimden paltomun kolunu yarım santimetre uzatmasını isteyeceğim.
    Shall I turn your coat collar down? Paltonuzun kollarını aşağı bükeyim mi?
    It's pouring down. Bardaktan boşanırcasına yağıyor.
    Don't get downhearted with your low marks. Düşük notların yüzünden ümitsizliğe kapılmayın.



  • "during" —> esnasında, döneminde
    He was Prime Minister during the years 1970-76.
    (1970-76 yılları arasında Başbakandı.)
  • except —> hariç
  • We have lessons every day except weekends. Hafta sonları hariç her gün dersimiz var.
    Every one was present except Elizabeth and me. Elizabeth ve ben hariç herkes vardı.
    I have not lived anywhere in Turkey except Antalya and have not been anywhere except Mersin. Türkiye'de Antalya hariç hiçbir yerde oturmadım ve Mersin hariç hiç bir yerde bulunmadım.
    This essay is good except for the careless mistakes. Dikkatsizce yapılmış hatalar hariç bu iyi bir makale.
    He is not a bad student except that he is occasionally careless. Bazı zamanlar ki dikkatsizliği hariç o fena bir öğrenci değil.


  • for —> için
  • Sabancı has 100,000 men working for him. Sabancı ile çalışan 100,000 adam var.
    It is time for our lesson to start. Dersimizin başlama zamanı geldi.
    This fresh air is very good for you. Bu temiz hava senin için çok iyi gelir.
    He doesn't care for working at all. O artık hiç çalınmak istemiyor.
    I have a mail here for you. Bende bir mektubun var.
    Please get one ice-cream for me. Bana bir tane dondurma alır mısın, lütfen.
    Will you please change this for another one. Lütfen bu kitabı bir diğeriyle değiştirir misiniz?
    He was sent to prison for stealing. O, hırsızlıktan hapse atıldı.
    I am doing this for your sake. Bunu senin için yapıyorum.
    I shall stay in izmir for about three weeks. İzmir' de yaklaşık üç haftalığına kalacağım.
    He has worked for years at that research. O araştırma üzerinde yıllarca çalıştı.


  • "from" —> - den/-dan
  • This train started from Milan and goes to London. Bu tren Milan'dan kalktı ve Londra'ya gidiyor.
    What country do you comefrom? Hangi ülkeden geliyorsun?
    You can just see my house from here. Evimi hemen buradan görebilirsin.
    They walked from one end of the island to the other jn three hours . Adanın bir ucundan diğerine üç saatte yürüdüler.
    He read that book from beginning to end in an hour. Kitabı bir saat içinde başından sonuna kadar okudu.
    He works from morning to night without resting. Sabahtan akşama kadar dinlenmeksizin çalışıyor.
    You must try to look at the matter from my point of view. Konuya benim bakış açımdan bakmaya çalışmalısın.
    I grew those plants from seed. O bitkileri ben tohumdan yetiştirdim.
    Where did you get that idea from? Bu fikri nereden buldun?
    I am going away from home for about three months. Yaklaşık üç aylığına evden ayrılıyorum.
    Are you going far from here? Buradan çok uzaklara mı gidiyorsun?
    I want to save you from making the mistake. Seni hataya düşmekten korumak istiyorum.
    Afgani people suffered terribly from cold and hunger. Afgan Halkı soğuk ve açlıktan çok çektiler.


  • "of" -> -nin / -nın
  • This box is made of wood. Bu kutu ahbaptan yapılmış.
    His house was built of brick. Onun evi tuğladan inşa edilmiş.
    He said he was going to make a musician of me. Beni bir müzisyen yapacağını söyledi.
    I thought he was trying to make a fool of me. Beni kandırmaya çalıştığını düşünmüştüm.
    I know I can never make a success of music. Müzikte hiç başarılı olamadığımı bil.
    We must just make the best of our life. Yaşamımızda sadece en iyisini yapmalıyız.
    Go and get me a packet of cigarettes. Git ve bana bir paket sigara al.
    I’ll give you half of what I earn. Kazandığımın yarısını sana vereceğim.
    I wish I could give you the whole of it. Keşke hepsini sana yerebilseydim.
    The children of the poor were cared for by the government. Yoksulların çocuklarına devlet tarafından bakılıyordu.
    The writing of that book took him men years. Bu kitabı yazması onun on yılını aldı.
    The doctor cured rne of my illness. Doktor hastalığımı tedavi etti.
    He gave me a piece of good advice. Bana güzel bir nasihat verdi.
    I don't like the smell of tobacco smoke and the taste of fish. Sigara dumanının kokusunu ve balığın tadını hiç sevmiyorum.
    What is the cause of your bad temper? Huysuzluğunun sebebi nedir?
    He has travelled over the whole of India. Bütün Hindistan'ı gezip dolaştı.
    What did your father die of? Baban neyden öldü?
    What do you think of this project ? Bu proje hakkında ne düşünüyorsun?
    I don't approve of your manners. Tavırlarını onaylamıyorum.
    She is a friend of mine. O benim arkadaşlarımdan biri.


  • off —> 'nin dışında, 'nin uzağında (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • I can't get this ring off my finger. Bu yüzüğü parmağımdan çıkaramıyorum.
    Turn off the main road here and you will come to city of Muğla. Ana yoldan burada ayrılın, Muğla şehrine varacaksınız.
    He took his hat and his coat off. Şapkasını ve paltosunu çıkardı.
    Is electricity on or off? Elektrik açık mı yoksa kapalı mı?
    My headache soon passed off. Başımın ağrısı çok geçmeden geçti.
    I hope this snow will clear off before Tuesday. Umarım bu kar salıdan önce tamamen biter.
    Lorenzo ran off with old mans Money. Lorenzo yaşlı adamın parasını alıp kaçtı.
    Shall we set off for a walk now? Yürüyüşe şimdi başlayalım mı?
    That ship is two or three miles off. Bu gemi iki yada üç mil uzakta.
    It's time the children were off to bed. Çocukların kalkma zamanıydı.
    Turn that tap off and switch the light off. Şu musluğu ve ışığı kapat.


  • Over —> üstünde/üzerinde/üzerine (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • The dog jumped over the table. Köpek masanın üstünden zıpladı.
    Someone left a box in the garden and I fell over it in the dark. Birisi bahçede bir kutu bırakmış, ben de karanlıkta üstüne yıkıldım.
    The aeroplane flew over the house. Uçak evin üstünden geçip gitti.
    Give me a blue sky over my head a green road under my feet and I am happy. Başımın üstüne mavi bir gökyüzü ve ayaklarımın altına yeşil bir yol ver, ben mutlu olurum.
    An overcoat is a garment that we wear over our other clothes. Palto diğer giysilerimizin üstüne giydiğimiz bir giysidir.
    More people have laughed over and cried over the books of Aziz Nesin than of perhaps any other writer. Başka bütün yazarların kitaplarına kıyasla, Aziz Nesin'in kitaplarını okurken daha çok insan ağlamış ve gülmüştür.
    English is being spoken all over the world. İngilizce tüm dünyada konuşulmaktadır.
    Will you look over this exercise to see if it is correct? Bu alıştırmayı inceleyip, doğru olup olmadığına bakar mısın?
    There are over thirty people in this room. Bu odada otuzdan fazla insan var.
    I will talk this issue over with my wife. Bu husus hakkında eşimle konuşacağım.
    Is the lesson over now? Şimdi ders bitti mi?
    The football match isn't all over yet. Futbol karşılaşması daha tamamen sona ermedi.
    I told him to do the drawings over again. Çizimleri tekrar yapmasını söyledim.
    He is going over to Canada next week. O, gelecek hafta Kanada' ya geçiyor.
    I had two hundred million Turkish Lira debt left over. Geriye iki yüz milyon Türk Lirası borcum kaldı.
    Our house overlooks the sea. Evimiz denize yukardan bakıyor.
    The big doğ ran into the room and overturned the table. Büyük köpek odaya daldı ve masayı devirdi.
    To be healthy, don't overeat, overdrink, oversleep and; overwork. Sağlıklı olmak için fazla yeme, fazla içme, fazla uyuma ve fazla çalışma.


  • past —> 'in yanından, geçer, geçen
  • He walked past me without looking at me. Bana bakmadan yanımdan geçip gitti.
    It is now half past five. Şimdi saat beşbuçuk.
    While I waited for you, hundreds of cars went past. Seni beklerken yüzlerce araba geçip gitti.


  • “round" — > (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • Let's walk round the town. Birlikte kasabayı dolaşalım.
    The Atasoys sailed round the world. Atasoylar dünyayı gemiyle gezdi.
    His store is just round the corner. Onun dükkânı hemen köşeyi dönünce.
    Summer has come round again. Yine yaz geldi.
    Go round to the back of the house; the front door is locked. Evin arkasını dolaşın, ön kapı kapalı.
    You will have plenty of ways here to turn round. Burada dönüş yapmak için fazlasıyla yol var.
    Don't look round? Sakın arkana bakma?
    Can you find your way round without me? Yolunu bensiz de bulabilir misin?
    There were round about five hundred people present. Kabaca yaklaşık beşyüz kişi vardı.


  • "since" — > den beri
    "since" zamandaki belirli bir nokta için kullanılır, "for" bir zaman dilimi için.
  • I have been here since two o'clock. Saat ikiden beri burada bulunuyorum.
    I have been here for an hour. Bir saaten beri buradayım.


  • "since" ile present ya da past perfect tense kullandığımıza da dikkat edin.
  • He has not written since last year. Geçen yıldan beri hiç yazmadı.
    Since my last lesson I haven't done any exercises. Son dersimden bu yana hiç alıştırma yapmadım.
    I was in Paris in 2000; I have not been there since. 2000'de Paris'teydim; o zamandan beri orada hiç bulunmadım.
    He bought the house in January, but he has since sold it. Evi Ocak' ta satın aldı, ancak daha sonra sattı.
    They came to London in 1999 and have been there ever since. Onlar Londra'ya 1999'da geldiler ve o zamandan beridir de oradalar.
    I have forgiven him long since. Onu affedeli çok oldu.


  • "through" — > vasıtasıyla, aracılığıyla (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • We went through France on our way to Spain. İspanya' ya giderken Fransa'dan geçtik.
    The motor-boat cut through the water at a terrific speed. Motorbot suyu korkunç bir hızla yardı.
    I want you to go through these accounts carefully. Bu hesapları dikkatlice incelemeni istiyorum.
    Did you get through his examination? Sınavını geçtin mi?
    I saw through his trick. Hilesini fark ettim.
    The army kept watch all through the night. Ordu bütün gece boyunca tetikte bekledi.
    It was entirely through the private courses that I passed my examination. Sınavımı geçmem tamamen özel kurslar sayesinde oldu.
    So you see now what happens through hard working. Sıkı çalışmakla ne olduğunu şimdi görüyorsun.
    English is spoken throughout the world. İngilizce tüm dünyada konuşulmaktadır.
    The crowd was so big that l couldn't get through you. Kalabalık o kadar büyüktü ki sana yaklaşamadım.
    Will you look these accounts through? Bu hesapları inceler misin?
    He tired to phone to you but; couldn't get through. Sana telefon açmaya çalıştı ancak başarılı olamadı.
    I’ve read this book through and through. Bu kitabı tekrar tekrar okudum.


  • "towards" —> e doğru, yönelik (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • I'll pay you something towards what he owes you. Sana olan borcu karşılığında, bir şey ödeyeceğim.
    His date has never shown a really friendly spirit towards Clinton. Bayan arkadaşı Clinton'a gerçekten arkadaşça bir yakınlık göstermedi.
    That is the first step towards settling the dispute. Bu anlaşmazlığı çözmeye yönelik ilk adımdır.
    It was somewhere towards ten o'clock when he came. O geldiğinde saat ona geliyordu.


  • 'under" —> altına, altından (edat/zarf/fiille bağlantılı kullanımları)
  • He owes me under TL 60 Million. Bana 60 Milyon TL'den dan az borcu var.
    It is raining; come under my umbrella. Yağmur yağıyor, şemsiyemin altına gel.
    Secretary did that under orders. Sekreter bunu emir üzerine yaptı.
    I came to Ulus by underground. Ulusa metro ile geldim.
    I have underlined all your mistakes. Bütün hatalarının altını çizdim.
    Under these circumstances I will not give you any extension. Bu şartlar altında sana süre uzatımı vermeyeceğim.
    When Prof Veziroğlu goes abroad he travels under the name of Mr Ediz. Prof Veziroğlu yurtdışına çıktığında, Ediz adıyla seyahat eder.
    Here is a forest that we can shelter under. İşte altına sığınabileceğimiz bir orman.
    The cost will be DM 250- or under. Maliyet 250,- DM ya da daha az olacak.
    In the struggle for life the weakest go under. Hayat mücadelesinde en zayıf olan yenilir.
    My mothe likes beef underdone rather than overdone. Annem bifteği çok pişmiş değil az pişmiş sever.
    I feel very much underslept this morning. Bu sabah kendimi uykusuz hissediyorum.


  • “until" ya da "till" —> -e kadar (süre olarak)
    Bir cümleye başlarken "until", "till" den daha sık kullanılır, konuşma ibarelerinde “till" daha olağandır.
    I shan't see you now till next month.
    (Seni gelecek aya kadar göremeyeceğim.)
  • Up —> yukarı, üste
  • He ran guickly up the ladder. Merdivene çabucak tırmandı.
    They walked up the hill to their house. Tepeyi evlerine kadar yürüdüler.
    Is the lift going up? Asansör yukarı mı çıkıyor?
    The food is all eaten up. Yiyeceklerin hepsi yenilip bitirildi.
    I was up at six o'clock this morning. Bu sabah saat altıda ayaktaydım.
    Wake up; it's seven o'clock. Uyan, saat yedi.
    Hang up your hat and overcoat here. Şapkanı ve paltonu buraya as.
    I'm afraid my trousers won't stay up. Korkarım pantolonum üzerimde durmayacak.
    Hurry up or you will be late. Acele et yoksa geç kalacaksın.
    Put your hands up or I shoot! Ellerini kaldır, yoksa vururum.
    You go on; I’ll soon catch you up. Siz devam edin, ben size yetişirim.
    Tie up the dog; he might attack Yeliz's cat. Köpeği bağla, Yeliz'in kedisine saldırabilir.
    After dinner Sevinç washes up the dishes and Suzan wipes up. Akşam yemeğinden sonra, Sevinç bulaşıkları yıkar, Suzan durular.
    Kate has made up a little song. Kate küçük bir şarkı hazırladı.
    Who has used up all my toothpaste? Kim diş macunumun tümünü kullanıp bitirdi?
    Henry's parents died when he was young and his aunt brought him up. Henry'nin anne babası kendisi gençken öldü ve teyzesi onu büyüttü.
    Ring me up sometime tomorrow. Yarın bir ara bana telefon et.
    You have got the work all mixed up. Bütün işi karıştırdın.
    I‘m going up to Berlin tomorrow. Yarın Berlin'e kadar gidiyorum.
    It’s up to you to do or not to do. Yapmak ya da yapmamak sana bağlı.
    What are you up to? Ne yaptığını zannediyorsun?
    Everybody knows you are up to no good. Çok yanlış bir iş yaptığını herkes biliyor.
    What’s up? N'oluyor?
    Time’s up. Süre bitti.
    Don't turn the box upside' down. Kutuyu başaşağı çevirmeyiniz.


  • "with" -» ile
  • Can you bring your wife with you? Eşini de birlikte getirebilir misin?
    Have you all brought your tools with you? Hepiniz aletlerinizi de yanınızda getirdiniz mi?
    Leave your overcoats with the attendant. Paltolarınızı hizmetçiye bırakın.
    He has been with World Bank for a long time now. O uzun zamandan beri Dünya Bankasında.
    Compare this car with that and you will see the difference. Bu arabayı şunla karşılaştır, farkı göreceksin.
    Come and have tea with us day after tomorrow. Ertesi gün gel ve bizle bir çay iç.
    The box of eggs and cheese was marked “with care”. Yumurta ve peynir kutusu "Dikkatli kullanın” diye işaretlenmişti.
    It is with great pleasure that I give you the prize. Size bu ödülü büyük bir mutlulukla takdim ediyorum.
    Orders for the new model VCD players came in with a rush. Yeni model VCD player cihazları için siparişler alelacele geldi.
    She went away with a smile and a song. Bir tebessümle ve şarkı söyleyerek uzaklaştı.
    With all his faults she was a kind hearted fellow. Bütün hatalarına rağmen o çok iyi kalpli bir arkadaş.
    I hope you haven't met with an accident. Umarım başına bir kaza gelmemiştir.
    A man with plenty of money has no real friends. Çok parası olan bir adamın gerçek arkadaşı yoktur.
    He walked along with his golf hat on the back of his head. Golf şapkası başının arkasında olduğu halde yürüdü.
    I’ve brought my friends along with me to help. Yardım etmesi için beraberimde arkadaşlarımı da getirdim.
    With regard to natural gas pipe line business we spoke about. Üzerinde konuştuğumuz doğal gaz boru hatları işi ile ilgili olarak.
    All human beings see with their eyes, hear with their ears and smell with their noses. Tüm insanlar gözleriyle görür, kulaklarıyla duyar ve burunları ile koku alır.
    Eyes of the lovers were filled with tears. Sevgililerin gözleri yaşlarla doldu. We do a lot of trade with Germany and U.S.A. Almanya ve A.B.D. ile çok fazla ticaret yapıyoruz.
    The parties are not at all satisfied with local regulations. Taraflar yerel yönetmeliklerden tamamen memnun değilller.
    Do you think this white tie goes with my blue suit. Sence bu beyaz kıravat mavi elbisemle gidiyor mu?
    Foreman is always finding fault with everything the workers do. Ustabaşı işçilerin yaptığı herşeyde her zaman bir hata buluyor.
    People didn't agree with the revised prices of natural gas. Halk revize edilen doğal gaz fiyatlarına razı olmadı.
    Senate members have quarrelled with each other on TV. Senato üyeleri TV'de birbirleri ile kıyasıya tartıştılar.
    People have no patience with higher inflation in this country. İnsanların bu ülkede yüksek enflasyona tahammülleri yok.
    What's the matter with you? You don’t look very well. Senin neyin var? Pekiyi görünmüyorsun.

  • Ekleyen: by_ram | Okunma Sayısı: 3678
    Çözümlü Sorular
    9.Sınıf Biyoloji Soruları ve Çözümleri
    9.Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Soruları ve Çözümleri
    Telif Hakkı Hakkında:

    Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Erguven.net'e aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten erguven.net sorumlu değildir.İLETİŞİM:bey_ram@hotmail.com